İngilizce içindeki played ne anlama geliyor?

İngilizce'deki played kelimesinin anlamı nedir? Makale, tam anlamını, telaffuzunu ve iki dilli örneklerle birlikte played'ün İngilizce'te nasıl kullanılacağına ilişkin talimatları açıklamaktadır.

İngilizce içindeki played kelimesi oynamak, çalmak, çalmak, icra etmek, çalmak, oynamak, oynamak, canlandırmak, tiyatro oyunu, piyes, tiyatro oyunu, oyun, eğlence, kumar, kumar oyunu, hareket, oynama, sıra, oyun, hareket, ilgi, oynat düğmesi, oyun, yer almak, kumar oynamak, şaka yapmak, numara yapmak, numarası yapmak, oynamak, çalmak, sahneye koymak, bahis oynamak, ile yarışmak, oynamak, yöneltmek, kandırmak, -de rol almak, eşlik etmek, uymak, uyumlu hareket etmek, deneme yapmak, oyalanmak, önüne gelenle yatmak, kurcalamak, oynamak, notasız çalmak, hafifsemek, hafife almak, birbirine düşürmek, rövanş maçı yapmak, çalmaya devam etmek, sömürmek, sahnelemek, sahneye koymak, vuku bulmak, yaramazlık yapmak, yaramazlık etmek, teklemek, vurgulamak, üzerinde durmak, ile oynamak, üzerine düşeni yap, sportmenlik, suikast, (top, vb.) oyunda olan, işlemde, çok kolay, çocuk oyuncağı, rol almak, rol oynamak, rolü olmak, rolü olmak, payı olmak, kuralına göre oynamak, adil davranmak, önemsizmiş gibi göstermek/önemini azaltmak, bilmiyormuş gibi yapmak, kurallara göre oynamak, dürüst hareket etmek, kayırmak, oyun oynamak, oyun etmek, spor yapmak, duruma göre hareket etmek, çalgı çalmak, müzik çalmak, rövanş maçı, kelime oyunu, riske girmemek, geri planda olmak, ikinci planda olmak, spor yapmak, birden fazla kişiyle çıkmak/düşüp kalkmak, aptal numarası yapmak, salak numarası yapmak, aptalı oynamak, adetlere/belirli standartlara uygun davranmak, rolünü oynamak, okulu asmak, okulu kırmak, oynamak, ateşle oynamak, kartlarını (iyi, vb.) oynamak, üzerine düşeni yapmak, oyun grubu, rol yapma anlamına gelir. Daha fazla bilgi için lütfen aşağıdaki ayrıntılara bakın.

telaffuz dinle

played kelimesinin anlamı

oynamak

intransitive verb (do [sth] for amusement)

(geçişsiz fiil: Fiil bir nesne olmadan gerçekleşiyor ve sadece öznenin üstünde kalıyorsa bu geçişsiz fiildir (örnek: "çocuk konuşuyor").)
The children are playing.
Çocuklar oynuyorlar.

çalmak

transitive verb (perform on: a musical instrument) (çalgı)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
He plays the piano and the guitar.
Piyano ve gitar çalıyor.

çalmak, icra etmek

transitive verb (music: perform) (müzik)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
Play another Beethoven sonata.

çalmak

transitive verb (put on, listen to: music, a CD) (CD, vb.)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
I am playing the new CD on the stereo.
Müzik setinde yeni CD'yi çalıyorum.

oynamak

transitive verb (take part in: a sport or game) (spor, oyun, vb.)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Who'd like to play tennis? Let's play hide-and-seek!
Tenis oynamak isteyen var mı? Saklambaç oynayalım!

oynamak, canlandırmak

transitive verb (act the role of) (bir rolü)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
Who wants to play Lady Macbeth?

tiyatro oyunu, piyes

noun (performance)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
I'd like to see a play for my birthday.
Doğumgünümde bir tiyatro oyununa gitmek istiyorum.

tiyatro oyunu, oyun

noun (drama)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
He wrote the play with specific actors in mind.

eğlence

noun (recreational activity)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
You have no time for play when you run your own company.

kumar, kumar oyunu

noun (dated (gambling)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
He acquired a lot of debts at play.

hareket, oynama

noun (movement, looseness)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
There's too much play between the wheel and the axle.

sıra

noun (game: turn) (oyunda)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
It's my play. Can I have the dice, please?

oyun

noun (conduct of a game)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
It's a tournament in which you'll see top class play.

hareket

noun (movement of light) (ışık)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
They watched the play of the sunlight on the water.

ilgi

noun (attention)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
The double murder got a lot of play on the morning news.

oynat düğmesi

noun (button)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
Insert the CD and press play.

oyun

noun (sport, game: move) (spor)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
In a single amazing play, the baseball team got three outs.

yer almak

intransitive verb (take part)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
We'd like to play, too.

kumar oynamak

intransitive verb (gamble)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Minors are not allowed to play.

şaka yapmak

intransitive verb (jest)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I didn't mean it. I was only playing.

numara yapmak

intransitive verb (pretend)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
She wasn't really injured; she was just playing.

numarası yapmak

intransitive verb (feign)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
He's playing dead.

oynamak

intransitive verb (be performed) (gösteri)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
What's playing tonight?

çalmak

intransitive verb (music: perform) (keman, vb.)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
He loves the violin. He plays all day.

sahneye koymak

transitive verb (stage a performance of)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
They're playing "Waiting for Godot" all week.

bahis oynamak

transitive verb (bet on)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
He likes to play the horses.

ile yarışmak

transitive verb (compete against) (birisi)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
No one wants to play him because he never loses.

oynamak

transitive verb (pretend) (evcilik, vb.)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Let's play house.

yöneltmek

transitive verb (direct light, water)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
He played the spotlight on the entranceway.

kandırmak

transitive verb (informal (deceive) (birisini)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Kate didn't realize the man she'd met on a dating site was playing her until she'd spent half her savings on him.

-de rol almak

phrasal verb, transitive, inseparable (act a part in)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
My brother's playing a role in the new production of The Phantom of the Opera. My brother is playing a role in the new theatre production.

eşlik etmek

phrasal verb, intransitive (music: play accompaniment) (müzik)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Joanna sang while Keith played along on the guitar.

uymak

phrasal verb, intransitive (figurative, informal (feign co-operation)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Leo wanted me to join in when he pranked our teacher, but I refused to play along.

uyumlu hareket etmek

(figurative, informal (feign co-operation with)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I don't always do what my mother suggests, but I play along with her plans to make her happy.

deneme yapmak

phrasal verb, intransitive (informal (experiment)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I was just playing around to see if I could get the webcam to work.

oyalanmak

phrasal verb, intransitive (informal (be frivolous)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Quit playing around and get back to work!

önüne gelenle yatmak

phrasal verb, intransitive (informal (be unfaithful)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)

kurcalamak

phrasal verb, transitive, inseparable (informal (tamper)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Someone has been playing around with the projector and now it doesn't work.

oynamak

phrasal verb, transitive, inseparable (informal (amuse yourself)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The dog was playing around with a stick he'd found on the ground.

notasız çalmak

phrasal verb, transitive, separable (music: not follow a score)

(geçişli fiil: Fiillin belirttiği hareket ya da olay nesne üzerinde gerçekleşiyorsa yani bir nesneyi etkiliyorsa bu geçişli fiildir (örnek: "çocuk yemeğini yedi").)
I read music well, but I have a hard time playing by ear. He's amazing; he never learned to read music, he just plays by ear.

hafifsemek, hafife almak

phrasal verb, transitive, separable (informal (minimize significance of)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
In my job interview I played down my previous failures and emphasized my successes.

birbirine düşürmek

phrasal verb, transitive, separable (set against: [sth] else) (iki kişiyi/şeyi)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The capricious girl played off one suitor against the other.

rövanş maçı yapmak

phrasal verb, intransitive (sport: resolve a tied score)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The two teams will play off for the division title.

çalmaya devam etmek

phrasal verb, intransitive (continue to make music) (müzik)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)

sömürmek

phrasal verb, transitive, inseparable (exploit)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Many confidence tricksters play on the sympathy of their victims.

sahnelemek, sahneye koymak

phrasal verb, transitive, separable (enact)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The director made the actors play the scene out again with a slightly different emphasis.

vuku bulmak

phrasal verb, intransitive (proceed to the end)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Nobody knows how this little drama will play out.

yaramazlık yapmak, yaramazlık etmek

phrasal verb, intransitive (UK, informal (child: misbehave)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The children got bored on the long journey and started playing up.

teklemek

phrasal verb, intransitive (informal (appliance: malfunction) (makina, vb.)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The washing machine suddenly started playing up.

vurgulamak, üzerinde durmak

phrasal verb, transitive, separable (US, informal (draw attention to [sth])

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
She always used heavy eyeliner to play up her blue eyes.

ile oynamak

phrasal verb, transitive, inseparable (tamper or fiddle with)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Beth was playing with one of her earrings nervously.

üzerine düşeni yap

verbal expression (mainly US (contribute, participate)

Martha did her part to make the event a success.

sportmenlik

noun (sportsmanship, fairness)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
The concept of fair play is very important in the Olympics. Technically I win by default, but in the spirit of fair play I'll reschedule the match.

suikast

noun (illegal act)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
The senator died in a car crash, but foul play is suspected.

(top, vb.) oyunda olan

adjective (ball: not out) (spor)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
The ball was in play when the winger crossed it for the centre forward to score.

işlemde

adjective (figurative (active)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
Lowering the interest rate is among ideas that are still in play.

çok kolay, çocuk oyuncağı

expression (it's extremely easy)

(sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir.)
It's so easy to do -- it's child's play, really.

rol almak

verbal expression (act)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I'd like to play a part in the school musical, so I'm going to audition.

rol oynamak, rolü olmak

verbal expression (participate)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
This was a real community effort, nearly everyone here played a part in creating the newsletter.

rolü olmak

verbal expression (be partly responsible)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Oliver's tendency to trust people too easily played a part in his downfall.

payı olmak

verbal expression (act a part)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Several Nixon loyalists played a role in the Watergate scandal.

kuralına göre oynamak

verbal expression (game, sports) (oyunu, vb.)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Play the game according to the rules outlined below.

adil davranmak

verbal expression (figurative (behave fairly)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
It's best to play according to the rules if you want to get on at work.

önemsizmiş gibi göstermek/önemini azaltmak

verbal expression (minimize significance of)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
We are trying to play down the importance of standardized tests in our school.

bilmiyormuş gibi yapmak

verbal expression (informal (feign ignorance)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Phil played dumb when his dad asked him if he knew who had broken the window.

kurallara göre oynamak

intransitive verb (games: be sporting) (spor)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
It's the referee's job to ensure that both teams play fair.

dürüst hareket etmek

intransitive verb (figurative (behave by the rules)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Hey, play fair! Take that ace out of your sleeve right now!

kayırmak

verbal expression (show partiality)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
My boss plays favorites; his buddies get the plum assignments, and the rest of us get the menial work.

oyun oynamak, oyun etmek

(informal, figurative (be inconsistent)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
I wish Derek would stop playing games and make a clear decision about what he intends to do.

spor yapmak

(do sports, activities)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The children spent the afternoon playing games.

duruma göre hareket etmek

verbal expression (figurative (improvise)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
What will we do tomorrow? Let's play it by ear.

çalgı çalmak

verbal expression (make music, play an instrument)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)

müzik çalmak

verbal expression (listen to recorded music)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)

rövanş maçı

noun (game or series of games played to break a tie)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
The Lakers didn't make it to the play-offs this year.

kelime oyunu

noun (pun)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
It wasn't serious, just a play on words.

riske girmemek

verbal expression (informal (avoid taking risks)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
The gymnast considered attempting the flip, but decided to play it safe and stick with the routine she knew well.

geri planda olmak, ikinci planda olmak

verbal expression (figurative (be considered less important)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
She always played second fiddle to her talented older sister.

spor yapmak

(participate in physical games)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)

birden fazla kişiyle çıkmak/düşüp kalkmak

verbal expression (figurative, informal (have many relationships)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Simon has gained a reputation for playing the field.

aptal numarası yapmak, salak numarası yapmak, aptalı oynamak

verbal expression (behave in a silly way)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Bob enjoyed playing the fool in front of his grandchildren.

adetlere/belirli standartlara uygun davranmak

verbal expression (figurative (co-operate, conform)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
No wonder he's a success, he really knows how to play the game.

rolünü oynamak

verbal expression (act the role of)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Humphrey Bogart and Ingrid Bergman starred in "Casablanca", and Dooley Wilson played the part of Sam.

okulu asmak, okulu kırmak

verbal expression (be absent from school without permission)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)

oynamak

(child: amuse self with) (oyuncakla, vb.)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Lucy was playing with her favourite doll.

ateşle oynamak

verbal expression (figurative (risk danger)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Computer users are playing with fire if they don't keep their anti-virus software up to date. Driving at such high speeds is playing with fire.

kartlarını (iyi, vb.) oynamak

verbal expression (informal, figurative (behave strategically)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
If he plays his cards right, he could get to go to New York.

üzerine düşeni yapmak

verbal expression (mainly UK (contribute, participate)

(fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder.)
Each of us needs to play our part to make the world a better place.

oyun grubu

noun (toddlers' activity session)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
In the playgroup, the children sang songs all morning. The mother took her child to playgroup every weekday.

rol yapma

noun (playacting, simulation)

(isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder.)
“Today we'll be doing a role play exercise,” said the teacher.

İngilizce öğrenelim

Artık played'ün İngilizce içindeki anlamı hakkında daha fazla bilgi sahibi olduğunuza göre, seçilen örnekler aracılığıyla bunların nasıl kullanılacağını ve nasıl yapılacağını öğrenebilirsiniz. onları okuyun. Ve önerdiğimiz ilgili kelimeleri öğrenmeyi unutmayın. Web sitemiz sürekli olarak yeni kelimeler ve yeni örneklerle güncellenmektedir, böylece bilmediğiniz diğer kelimelerin anlamlarını İngilizce içinde arayabilirsiniz.

İngilizce hakkında bilginiz var mı

İngilizce, İngiltere'ye göç eden ve 1400 yılı aşkın bir süre içinde gelişen Germen kabilelerinden gelmektedir. İngilizce, Çince ve İspanyolca'dan sonra dünyada en çok konuşulan üçüncü dildir. En çok öğrenilen ikinci dildir. ve yaklaşık 60 egemen ülkenin resmi dilidir.Bu dil, ikinci ve yabancı dil olarak anadili konuşanlardan daha fazla sayıda konuşmacıya sahiptir.İngilizce aynı zamanda Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği ve diğer birçok uluslararası kuruluşun ortak resmi dilidir. ve bölgesel organizasyonlar. Günümüzde dünyanın her yerindeki İngilizce konuşanlar nispeten kolaylıkla iletişim kurabiliyor.